Yeni Lisan Hareketi’nin öncüsü, Türk hikayeciliğinin kilometre taşlarından olan Ömer Seyfettin 140 yaşında
Hikayeciliğimizin önde gelen isimlerinden olan Ömer Seyfettin, pek çok eseri edebiyatımıza kazandırdı. Efruz Bey bunlardan sadece biridir. Yalnız ve kimsesiz ölen Ömer Seyfettin’in ölümü de hayatı kadar çilekeş oldu. Yazar Ömer Seyfettin’in bugün 140’ıncı doğum yılı.
Kutlu olsun…
Ömer Seyfettin, 11 Mart 1884’te Gönen, Balıkesir’de Fatma Hanım ve Yüzbaşı Ömer Şevki Bey’in ikisi küçük yaşlarda ölen dört çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Kendi halinde, sessiz bir çocuktu.
Annesi, Ankaralı Topçu Kaymakamı Mehmed Bey’in kızıydı; babasının soyu ise Kafkas Türklerine dayanıyordu. Aile aslında İstanbulluydu; Ömer Şevki Bey’in görevi sebebiyle Gönen’de bulunuyorlardı. Yıllar sonra yazacağı hikayelerinde çocukluğunu geçirdiği bu topraklar bol bol yer alacaktı…
Öğretmenlik zamanları
Ömer, mezuniyetinin ardından “Piyade Asteğmeni” rütbesiyle, merkezi Selanik’te bulunan Üçüncü Ordu’nun İzmir Redif Tümeni’ne bağlı Kuşadası Redif Taburu’na tayin edilmişti.
1906’da ise, öğretmen olarak İzmir Jandarma Okulu’ndaydı. İzmir, Ömer’in gönlünü ferahlatan insanlarla tanıştığı o şehirdi. Burada fikri ve edebi faaliyetler içinde yer alan güzel gençlerle tanışma fırsatı oldu.
Bir yandan da dilbilgisini artıracak faaliyetlere girmişti. Öğrenmekten vazgeçmiyordu. Baha Tevfik’ten Fransızca bilgisini artırmak için teşvik gördü. Milli Edebiyat konusunda fikir danıştığı isim ise, Necip Türkçü idi.
Yeni Lisan Hareketi
Ömer, 1909’da Selanik Üçüncü Ordusu’nda görevlendirilmişti. Görevini, Manastır, Pirlepe, Köprülü, Cumay-ı Bâlâ kasaba ve köylerinde yaptı. Bugün Bulgaristan kasabasında bulunan Razlık kasabasının Yakorit köyünde bölük komutanı olarak bulundu.
Bu görevi sırasında edindiği izlenimlerini, Balkan çetecilerinin Türk düşmanlığını işlediği “Bomba, Beyaz Lale, Tuhaf Bir Zulüm” adını verdiği hikayelerini yazdı. Bu arada yazılarını da takma isimlerle İstanbul ve Selanik’te çıkan çeşitli dergilerde yayınladı.
İşte “Ali Canip”e yazdığı meşhur mektubu da bu zaman zarfında Yakorit’te yayınladı. Dil konusunda görüşlerini özetleyen bu mektup, “Yeni Lisan” hareketinin başlamasına vesile olacaktı.
Başı olmayan ceset
Yazdığı hikayelerle edebiyatımızda derin izler bırakan Ömer Seyfettin’in değeri ne yazık ki fazla bilinemedi.
Ölümünün ardından Ömer Seyfettin’in cansız bedenini kadavra olarak kullanmak istediler. Çünkü hastanede onu kimse tanımıyordu.
Kendisini gömdüğü yalnızlık, onu insanlardan tamamen uzaklaştırmıştı. Sahipsiz bir ölü olduğunun düşünülmesi, kadavra olmasına yetmişti.
Ünlü yazarın cesedinin etrafında tıp öğrencileri toplandı. Fotoğraf çekildikten biraz sonra da bir hastane hademesi geldi ve cesedin başını kesti. Fotoğrafı kütüphane memuru çekmişti.
Ertesi gün fotoğraf gazetelerde yayınlandı ve Ömer Seyfettin’i tanıyanlar hastaneye akın etti. Başı olmayan cesedi almak istediler; ama artık her şey için çok geçti.
Ölesiye öfkeli kalabalık bir cemaatin huzurunda cenaze namazı kılındı ve Kuşdili’nde toprağa verildi. Ancak hala rahata eremeyecekti.
Mezarının bulunduğu Mahmud Baba Haziresi’nin üzerinden yol geçeceği gerekçesiyle mezarı, 23 Ağustos 1939’da Mezarlığı’na taşındı.
Yalnızlık…
Ölümünün üzerinden 103 yıl geçmişken, kemikleri, Asya’dan Avrupa’ya geçti. Yalnızlığa mahkum bıraktığı göçebe ruhu, belki de gezmeye doyamamıştı, kim bilir…
Bıraktığı onca eser, hikayelerinin gölgesinde yaşadığı yalnızlığıyla bir Ömer Seyfettin geçti bu dünyadan…
sayfası için iletişim: